Yeseviliğin
temelini atan Ahmet Yesevi, uzmanlar tarafından Türk halk
tasavvufunun temel şahsiyeti olarak kabul edilmektedir. Türk Halk
İslam’ının şekillenmesinde Yesevilik de dahil çeşitli tarikat
yapılanmalarının büyük rolü olduğu açıktır. İslam
dünyasının her yanına yayılan tasavvuf akımının örgütleşmiş
şekilleri olan bu tarikatlar, İslamlaşma süreci ile birlikte Türk
halklarının yaşadıkları bölgelerde de etkinlik sağlamışlardır.
Anadolu ve İran bölgelerinde de ortaya çıkan bu tarikatlardan
konumuz bakımından en önemlileri Yesevilik, Kalenderilik,
Vefailik, Hurufilik, Hayderilik adlı tarikatlardır. Biz burada
konumuz gereği Yesevilik üzerinde duracağız.
Daha
çok göçebe ve köylü topluluklar arasında etkili olan bu resmi
din anlayışına aykırı tarikatlar, doğaldır ki yaygın
oldukları çevrelerdeki koşullara uygun olarak şekillenmiş bir
İslam anlayışını yaymaktaydılar. Tarihimizde Horasan Erenleri,
Rum Abdalları gibi değişik adlarla anılan ve birçoğlunun kökeni
Yesevilik ile de ilgili olan Vefailik, Babailik, Haydarilik, Horasan
Melâmetliği gibi akımlara mensup sufilerdendir. Hacı Bektaş
Veli’nin de dahil olduğu bu Türkmen babaları, göçebe-yarı
göçebe kitlelere daha uygun gelen bir İslam anlayışının
yayıcısı kolonizatör dervişler geleneğindendir.
Orta
Asya’da şekillene ve daha sonra Türklerin yayıldıkları
bölgelere de yayılan halk İslamında eski ozanlar gibi halk halk
arasında dolaşan ata, baba unvanlı ve zamanla efsanevi nitelik
kazanmış şahsiyetlerin büyük rolü vardır. Yazılı-sözlü,
tarihi-menkıbevi kaynaklar ve Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar
yayılmış ziyaretgâhlar, bu babaların etkilerini göstermek
bakımından sayısız örneklerle bugün önümüzde durmaktadırlar.
Yeseviliğin
Türk halk sufiliğinin oluşumundaki rolüne ilişkin ayrıntılar
bugün hala layıkıyla ele alınmış değildir. Bunun önemine
ilişkin çeşitli konuları ve Yesevilikler ilgili konuların
ideolojik bir yaklaşımla ele alınmasının konuyu adeta tıkanma
noktasına getirdiğine zaman zaman dikkat çekiyorum.(1)Ahmet Yesevi
ve Yeseviliği anlamanın yegâne yolu, bize göre bu konulara belli
bir tarikat veya mezhep mensubu olarak yaklaşma eğilimininin terk
edilmesiyle mümkündür. Bu tür şahsiyet veya akımları kendi
koşulları içerisinde ve bilimsel bir yaklaşımla değil de
tarafgir olarak ele almanın kamuoyunda yanlış bilgiye yol açtığı
görülmektedir. Oysa bize göre Ahmet Yesevi’yi belli bir tarikat
veya mezheple özdeşleştirmen yerine, mezhepler üstü bir şahsiyet
olarak görmek daha doğru olacaktır. Tarihi gerçeklere uygun
olarak, onun eski Türk halk inanç ve gelenekleri ile yeni dinsel
kural ve uygulamaları nasıl yorumladığı, bu yorumun zaman içinde
halkı nasıl etkilediği ve günümüze kadar uzanan etkileri ortaya
koymak gerekmektedir. İşte bu noktada Laçiler ve Alevilik
Bektaşilik konularının ele alınması gerekliliği doğmaktadır.
Fergana
Vadisi’ndeki Laçiler ve Alevi-Bektaşi topluluklar arasında
benzerlikler olduğu gibi farklılıklar da bulunmaktadır.
Yesevilik,
tarihsel süreç içerisinde benzeri oluşumları hem etkilemiş, hem
de etkilenmiştir. Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar’da, daha doğrusu
Türk dünyasının farklı bölgelerinde çeşitli şekillerde
etkisini sürdürmektedir. Esas olarak Anadolu ve Balkanlar’da
yayılmış olan Alevilik-Bektaşilik te Yesevilik’ten
etkilenmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı Saltuk, Geyikli Baba
gibi tanınmış velilerin gelenek ve yorum bakımından Ahmet
Yesevi’yi pir olarak benimsedikleri görülmektedir.
Türkiye’de
ilahiyatçı ve edebiyatçıların bir bölümü tarafından
Yeseviliğin, sadece Nakşibendî geleneği ile ilişkilendirilmesinin
temelinde, büyük ölçüde şu gelişmelerin rol oynadığı
söylenebilir: 13 ve 14. yüzyıllardan itibaren Orta Asya’da
Yeseviliğin zamanla diğer tarikatlar içerisinde erime sürecine
girdiği söylenebilir. Onun Orta Asya’daki nüfuzundan yararlanmak
isteyen başka tarikatlar, özellikle de Nakşibendîlik onunla
kendisini ilişkili göstermeye çalıştı ve bunda da başarılı
olmuştur.
İşte
bu gerçek bazı uzmanları yanıltıcı bir işlev görmüştür.
Yesevilik konusunda günümüzde hala en büyük otorite olan M. Fuad
Köprülü de Yeseviliği önce Nakşibendi kaynaklarına dayanarak
“Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde ele
almış, ancak daha sonra İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Ahmet
Yesevi” maddesinde daha önce hata yaptığını kabul ederek,
Yesevilik konusundaki araştırmalarda izlenecek yola ilişkin
önemli değerlendirmelerde bulunmuştur. “…
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfları yazarken, gerek Ahmet
Yesevi’nin sufiyane şahsiyetini, gerek Yesevi tarikatının
hüviyetini tamamıyla Nakşibendî kaynaklarının gösterdiği
şekilde tasvir etmiştim. Halbuki, Babai, Haydari, ve Bektaşi
ananelerinin Ahmet Yesevi hakkındaki rivayetleri şüphesiz tarihi
hakikate daha yakındır. İlk Mutasavvıflar’ın neşrinden sonra
Bektaşiliğin menşeleri hakkında yaptığım araştırmalar ve ve
elde ettiğim yeni vesikalar bana bu hususta kati bir kanaat
vermiştir. Burada Ahmet Yesevi’nin tasavvufi şahsiyeti ve
Yeseviye tarikatının ilk asırlardaki hususi karakteri hakkında
verilecek izahat, ilk mutasavvıflarınkinden tamamen farklı
olacaktır…” (2)
Bugün
Türkiye’de Yesevilik araştırmalarına, Köprülü’nün bu
önemli ifadeleri dikkate alınmadığından subjektiflik hakim olmuş
ve adeta tıkanma noktasına gelmiştir. Yesevilik araştırmalarının
sorunlarını bir başka metinde ele aldığı için burada ayrıntıya
girmiyorum.
Yesevi
yolunda Nakşibendîlikten farklı olarak sesli zikir , (zikr-i cehr)
müzik, raks-ı sema ve kadınlı erkeli zikir/ibadet vardır.
Yeseviliğin bu ayırıcı özellikleri göz önüne alınarak,
günümüzde bu özelliklerin devamı şeklinde ibadet ve ritüelleri
sürdüren Alevi Bektaşiler ve başka topluluklar hakkında daha
fazla araştırmalar yapılması gerekmektedir. Özellkile son on
yıldır Alevilik Bektaşilik üzerinde pek çok araştırmalar
yayınlansa da Yesevilikle olan bağlantı konusunda yeterli düzeyde
çalışmalar henüz çok azdır.
Yesevilik
Türkistan (3) (Yesi) çevresinden başlamak üzere Türk
toplulukların yaşadıkları alanlara yayılmış, Anadolu ve
Balkanlar’a kadar ulaşmıştır. Rus alimi Gordlevski’nin (4)
belirttiği üzere “… Küçük Asya halkının düşünce
yapısına, Orta Asya Türk mistikleri ‘atalar’da büyük etkide
bulunmuşlardır. Bunlar Küçük Asya’ya Ahmet Yesevi’nin
mezhebini ve hikmetini taşıyorlardı. (5) Demek ki Yesevi yolu
zaman içerisinde değişik isimler altında da olsa devam ederek,
Türklerin ulaştığı başka coğrafyalara ulaşmıştır. Yesevi
Yolu’nun Anadolu ve Balkanlar’daki devamcıları olan
Bektaşiliğin adı, Hoca Ahmet Yesevi’nin doğrudan değil ama
halifelerinin yolundan giden Hacı Bektaş Veli’ye
dayandırılmıştır. Böylece Orta Asya’da hakim olan Ahmet
Yesevi Kültü, Anadolu’da yerini, yine onunla bağlantılı ve
yerel dedelere, babalara bırakmıştır. Hacı Bektaş Veli’de
bunlardan biridir. Yüzyıllara dayanan bu süreçte, bu tür
bir değişimin yaşanması çok doğaldır. Burada bizim açımızdan
önemli olan, Yesevi You’nun temel motiflerinin bu topluluklarda
nesilden nesile aktarılarak korunmuş olmasıdır. İşte bu
bakımdan Yeseviliğin innaç ve kültürel boyutları, disiplinler
arası bir yaklaşımla önemle incelenmek zorundadır.
Biz
neden Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi Bektaşi topluluklarını
Yesevi Yolu ile bağlantılı oalrak görüyoruz, burada buna ana
hatlarıyla değinmek istiyoruz.
Birinci olarak, bu toplulukla
kendilerini Yesevi Yolu ile bağlantılı görmektedirler. İkinci
olarak sa, onları Yesevi Yolu izbasarları olduklarına dair pek çok
veri bulunmaktadır. Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi Bektaşiler
ise kendilerini Ahmet Yesevi’nin piri olduğu Hacı Bektaş-ı
Veli’nin izbasarları olarak tanımlamakta, dolayısıyla
pirlerinin piri olması nedeniyle de kendilerini ona bağlı
saymaktadırlar. Ahmet Yesevi’nin “Hikmetler”inde
belirtilen kadınlı erkekli, sesli zikri esas alan, raks ve sema ve
müziğe yer veren bir ritüel, yani “Ayin-i Cem” ibadet işlevini
görmektedir. Alevi Bektaşilerin(6) geleneksek yaşam
alanlarında ağırlıklı olarak, sözlü geleneğin hakim olduğu
ve ellerinde bukunna el yazması kitaplarda Ahmet Yesevi ile ilgili
menkıbelerin ve şiirlerin de yer aldığı görülmektedir.
Örneğin
Alevi Bektaşi grupların içinde doğrudan Ahmet Yesevi’ye neseben
mensubiyet iddia etmekte, hatta Ahmet Yesevi adını taşı6yan bir
ocak da bulunmaktadır. (7) Anadolu’da yaptığımız alan
araştırmalarına göre bu ocak Şah Ahmet Yesevi, Ahmet Yesevi veya
Şah Ahmet Dede Ocağı adlarıyla anılmakta, bu ocağın Malatya,
Erzincan,Tunceli ve Tokat’ta dedeleri bulunmaktadır. (Ayrıca bu
konu hakkında bknz: 8) Yine Bektaşi silsilename ve
icazetnemelerinde de Ahmet Yesevi mutlaka yer almaktadır. Özel
arşivimizde Garip Musa ve Seyyid Ali Sultan ocaklarına ait bu tür
icazetnameler bulunmaktadır.(8)
Alevi Bektaşiler arasında
zikir esnasında kullanılan dil sade Türkçe olup halk dilidir.
Ayrıca Yesevi geleneğinin Anadolu’da yerini almış olan
ozanların şiirlerini (deyiş) mürşit/dede veya aşık/zakir gibi
adlarla anılan kişiler söylemektedirler. Korkut Ata’dan başlamak
üzere kopuz eşliğinde söylenen sözler, daha önce Ahmet Yesevi
ile Hikmetler’e dönüşmüş, Ata ünvanlı Türkmen babaları ile
sürdürülen bu gelenek, Anadolu ve Balkanlar’da ise Alevi-Bektaşi
deyiş ve nefesleri şeklini almıştır.
Daha önce sufiliğin
iki cepheliyapısından söz etmiştik. Bu ikili yapı arasındaki
temel ayrımı anlamak için Köprülü’nün şu ifadeleri oldukça
anlamlıdır.” Tahta kılıçlarla kafirlere karşı harbeden,
maiyetindeki bir avuç mürit ile yüzbinlerce kişilik düşman
ordularını ezen, kal’aları alan, küfr diyarına kılıç
kuvvetiyle İslamiyet’i yayan bu mücahit Türk Mutasavvıflarıyla,
tekkelerde sakin ve donmuş bir haya geçiren Arap ve Acem
mutasavvıflar arasında büyük ayrlıklar vardır. “(9)
Anadolu
ve Balkanlar’ın kolonizasyonunda bu savaşçı dervişler önemli
rol oynamışlardır. Bu dervişlerin savaşçılıkları
sadece bir yönleridir. Bu kişilerin beraberlerindeki Türkmen
boyları nezdinde sosyal, siyasal, dinsel önderlik niteliklerinin
yanı sıra ata geleneklerinin sözlü taşıyıcıları oldukları
da akıldan çıkarılmamalıdır. Sıkı bir medrese eğitiminden
geçmemiş bulunan bu dervişler, ata inanç ve geleneklerini
yaşatmalarının yanı sıra anadillerini de korumakta ve
şehirleşmiş kesimler arasında Türkçe’ye nazaran üstün
konumda görülen Arapça ve Farsça’nın etkisinden uzakta
bulunmaktaydılar.
Böyle bir derviş olan Otman Baba ile
ilgili Otman Baba Vilayetnamesi’nde yer alan ifadeye dikkat
edelim”…ism-i zahiri avam içinde Otman Baba dirler idi ve
kendözi Oğuz dilini göyler idi…”(10)
Demek ki kolonizatör
Türkmen babalarında ve onlara tabi halk kitlelerinde burada “Oğuz
Dili” olarak ifade edilmiş bulunan zamanın Türkçe’si hakim
durumdaydı. Yesevi Yolu’nun Anadolu ve Balkanlar’daki
misyonerlerinin en tanınmışları olan Hacı Bektaş Veli, Sarı
Saltuk, Abdal Musa gibi Türkmen babalarının arasında da hiç
şüphesiz Türk Dili hakimdi.Görüldüğü üzere dil konusunda bir
süreklilik vardır ve bir zincirin halkaları gibi Korkut Ata’dan
Ahmet Yesevi’ye, Hacı Bektaş Veli’ye Yunus Emre’ye ve hatta
Aşık Veysel’e doğru yüzyllar içerisinde sürüp gitmektedir.
Hiç şüphesiz Anadolu ve Balkanlar’daki Alevi Bektaşi ozanları
bu zincirin, yani Türk diliniKorkut Ata’dan Ahmet Yesevi’den
günümüze ulaştıran zincirin en önemli halkalarını
oluşturmaktadırlar. Aradan yüzyıllar geçmesine karşın bugün
hala Yunus Emre’nin, Pir Sultan Abdal’ın deyişlerini
anlamamızın ardında, işe bu tarihsel süreklilik taşıyan arka
plan bulunmaktadır.(11)
İşte bu “baba, dede, abdal”
ünvanlı Türkmen babalarının ve halk ozanlarının nüfuzunda
yüzyıllardan bugüne ulaşan kitleler, bugün Alevi Bektaşi
toplulukları olarak bilinmektedirler. Bu toplulukların çeşitli
alt kolları da bulunmakla birlikte, burada konumuz dışında olması
bakımından ayrıntıya girmiyoruz. Şimdi bu toplulukların genel
özelliklerine değinelim ve bu şekilde de Yesevi Yolu ile
bağlantılarına ilişkin bilgileri ele almatı sürdürelim.
Yesevi
Yolu ile Alevi Bektaşi toplululukları arasında ilişkiyi bir
süreklilik içerisinde görmek gerekmektedir. Bu sürekliliğie dair
veriler oldukça fazla ve yeterlidir. Hoca Ahmet Yesevi’nin
Hikmetler’i ile Alevi Bektaşi ozanlarının deyişleri arasında
tema bakımından büyük uyum olduğunu söyleyebiliriz. Bunu
Hikmetler ve deyişler üzerinde yapılabilecek kısa bir tarama ile
anlamak mümkün olabilecektir. Şöyleki; Hoca Ahmet Yesevi’nin
Hikmetler’inde sıkça kullanılan
“Hz. Muhammed(Bice, 1998:
92, 100, 109, 111, 128, 240, 322, 390, 402),
Hallac-ı
Mansur(Bice 1998: 107, 109, 197, 321, 329)
Seyyid Nesim (Bice
1998: 109, 228, 266, 321)
Kırklar (Bice 1998: 252, 409)
Mürşit
( Bice 1998: 100)
Ayn-i Cem ( Bice 1998: 153)
Gönül
Kabe’si ( Bice 1998: 202)
Kuran (Bice 1998: 223, 344, 371)
Eba
Müslim (Bice 1998: 265, 348)
ilm- el yakin, Ayn-el Yakin ( Bice
1998 : 299)
Ene’l Hak ( Bice 1998: 340)”
(Kayn:
Hayati Bice. Hoca Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet, Ankara, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları 1998)
gibi
aynı şekilde Alevi Bektaşi deyişlerinde de sıkça işlenen
temalardır. Örneğin Hoca Ahmet Yesevi’nin Hikmetler’inde geçen
“Nere varsam Hızır Babam yoldaş oldu” dizesi (12) ile Alevi
ozanı Pir Sultan Abdal’ın deyişinde geçen ” Boz atlı Hızır’ı
yoldaş eylesem” dizesi ne kadar da birbirine benzemektedir. Ayrıca
inanıyorum ki Aleviler’de bulunan menakıpnameler, cönkler ve
gerek tarikat, gerek soy secerelerinin incelernmesi sayesinde daha
fazla bilgiler elde etmemiz de mümkün olacaktır. Alevi Bektaşi
topluluklar arasında Anadolu ve Balkanlar’daki birincil şahsiyeti
olan Hacı Bektaş Veli’nin piri olması bakımından Ahmet
Yesevi’nin özel bir yeri olması doğladır. Tanınmış Alevi
ozanı Pir Sultan Abdal’ın bir deyişinde Ahmet Yesevi’nin de
anıldığı görülmektedir.
Hac’ Ahmet Yesevi anın
piridir
Hu deyince dağı taşı yürütür
Buda hakkın
bir gizlice sırrıdır
Hacı Baktaş Veli Sultan Balım var
(13)
Alevi
Bektaşiliğin temelini oluşturan ilkelerden olan dört kapı kırk
makam esesları da Hoca Ahmet Yesevi’nin ilkeleri ile ilişkilidir.
Yine Alevi Bektaşilerin Türkçe duaları (gülbank) ile Yesevi
Yolu’nun doğup yayıldığı Türkistan ve çevresindeki halklar
arasında bugün de süren Türkçe dua geleneği arasında da büyük
benzerlikler vardır. Bu dualar biçim ve içerik yönünden adeta
birbirinin aynıdır. Ayrıca İslam öncesinde kam-ozanların kopuz
eşliğinde söyledikleri sözler, İslamiyet’le birlikte Yesevi
Yolu’nun zikirlerine ve zamanla da Alevilerin ayin-i cemlerinde
dedelerin ve/ veya aşık- ozan-zakirlerin saz eşliğinde
söyledikleri deyiş/nefeslere dönmüştür. Eski Türk inançlarında
varolan dini ritüelllerden kadınlı erkekli törenlerin İslamlaşma
sonrasında da sürdüğü, Ahmet Yesevi’nin de bu törenleri zikir
şeklinde sürdürdüğünü biliyoruz.
Eski Türk inançlarının
İslam’a adaptasyonu ile ortaya çıkan bu ritüel, Alevi Bektaşi
topluluklar arasında Ayin-i Cem adını almıştır. Eski Türklerin
bu ayinleri Maveraünnehir’de göçebe Türkmenler aracılığıyla
Yeseviliğe sokulmuş ve bu yolla Anadolu’ya gelerek icra edilmeye
başlanmıştır. İslam öncesi Türkler arasında var olan ve soy
yoluyla süren dinsel önderlik, İslam’la birlikte seyyitlik
kurumu ile birleşerek Anadolu’daki Alevi Ocakları ortaya
çıkmıştır.
Mutaassıp din sınıfının şiddetle
eleştirdiği raks ve sema, İslam öncesi Türklerde olduğu gibi,
Yesevi Yolu’nda da kabul görmüş ve sürdürülmüştür. Eski
Türklerin dinsel ritüellerinde olduğu gibi Ahmet Yesevi’nin raks
ve semaya dayalı zikir meclislerine de kadın ve erkeklerin birlikte
katılması, onun zamanında bazı çevrelerin tepkisiyle
karşılaşmıştır. Yesevi Yolu’nda zikir, raks ve sema önemli
kavramlardır. Bunlar Tanrı’ya ulaşmanın, nefse hâkimiyetin ve
” ölmeden önce ölme” nin teme araçlarıdır. Ahmet Yesevi’nin
“Hikmetler” inde ” ölmeden önce ölmek” sıkça dile
getirilmektedir.
(Bice, 1998. s: 17, 19, 20, 21, 172)
Hikmetler’in içerisinde “zikir” kavramı da en çok dile
getirilen kavramlardandır. Raks ve sema da çok yerde dile
getirilmektedir. ( Bice, 1998. 27, 69, 76, 77, 114, 115) Yine “hu
halkası, Hu hu zikri, Hu sohbeti” sözleri de Hikmetler’de
önemli yer tutmaktadır. (14) (Bice, 1998. 80, 81, 82, 95, 97, 101,
119, 121, 124, 138, 150, 177)Burada ifade ettğimiz bu kavramların
tümü Anadolu’da Alevi Bektaşi dini ritüelleri olan Ayin-i
Cem’de yaşamaya devam etmiştir. Yesevi meclislerinin “dombra,
dutar, rübap ve kopuzu, curaya ve saza” dönüşmüş, raks- sema
semahlara dönüşmüş, Cem meydanı, ölmeden önce olünen yer
şeklinde kutsanmış, kadın erkek bir arada ibadet edilmiş, Hu
(tevhit) halkalarında illallah çekilmiş, Cem meydanı “ölmeden
önce ölünen yer” ve Muhammed Ali meydanı” olarak
adlandırılmışlardır. (15)
Alevi Cemlerinde zikir
meclislerindeki gibi hu çekilir. Mesela kendilerini Ahmet Yesevi’ye
bağlayan Hubyarlıların Cemlerinde kutsal deyişler eşliğinde Hü
çekilir, yani hep birlikte Hü denilir. (16) Yine Erzincen, Malatya
ve Tunceli’deki Cem’lerde diz üstü oturularak tevhit eşliğinde
“Hü” veya “İllallah” çekilir. İllallah çekilirken
diz üstü oturulur ve eller dizlere sürülerek, tevhide eşlik
edilir. Yesevi Yolu’nun Alevi Bektaşi Cem ibadetine nasıl
yansıyabildiğini bu kısa değerlendirmemizden anlaşılabildiğini
umuyorum.
Bir diğer önemli nokta Anadolu’daki Türkmen
boyları ile Ahmet Yesevi arasındaki gerek tarikat gerekse soy
silsilesi şeklindeki bağlantıdır. Bektaşi icazetnamelerinde
tarikat silsileleri verilirken Ahmet Yesevi de yer almaktadır. Hacı
Bektaş Veli Dergâhı’ndan çeşitli ocaklara ve halifelere, bab
ailelerine verilen icazetnamelerde Hacı Bektaş Veli’nin tarikat
silsilesi de yer almaktadır. Bu tarikat silsilesinde Hoca Ahmet
Yesevi mutlaka yer almaktadır. (17)
Örnek
olarak vermek gerekirse, Bektaşi koluna bağl Şükür Abdal
evlatlarına verilen bir icazetnamede yer alan Hacı Baktaş Veli’nin
tarikat silsilesi şu şekildedir: ” Hacı Bektaş Veli, Sultan
Hoca Ahmet Yesevi, İmam Ali İbn Musa Rıza (İmam Ali Rıza), İmam
Musa Kazım, İmam Cafer Sadık, İmam Muhammed Bakır, İmam
Zeynelabidin, İmam Hüseyin, İmam Ali, Muhammed el Mustafa,
Cebrail-i Emin, Huda-i Rabbi’l alemin”
Bu arada çeşitli
ocakzade dede ailelerinin neseben Ahmet Yesevi’ye bağlılık
iddialarında bulundukları da görünmektedir. Mesala Orhan bu
konuda “…Şah Ahmet Dede’nin soyundan gelen Türkiye’mizde
evlatları vardır. Bunları elindeki silsilenamelerden(soyağacı)
tespit mümkündür…” (18) Bu iddiaların kanıtlanmasında
önemli yararlar sağlayacak olan belgeler şüphesiz şecerelerdir.
Değişik Alevi ocakları ile ilgili şecerelerin incelenebilmesi
halinde, Ahmet Yesevi’nin ve/veya onunla ilgili babaların
Anadolu’daki gerek soy gerekse yol bakımından söz konusu
ilişkilerinin çok dahaiyi bir şekilde anlaşılabileceği
muhakkaktır. Orta ve Doğu Anadolu’daki bazı Alevi boyları
arasında bugün bile yaşayan Ahmet Yesevi’ye mensubiyet iddiası,
geçmişte onun hatırasının ve izlerinin ne derece güçlü
olduğunu göstermektedir. Zamanla yerel kültler ön plana geçmiş
olmasına karşın Ahmet Yesevi adının unutulmaması oldukça
anlamlıdır. Ahmet Yesevi, yaptığım alan araştırmalarında Orta
ve Doğu Anadolu’daki aleviler arasında Şah Ahmet Yesevi, Şeyh
Ahmet Yesevi ve Hoca Ahmet Yesevi adlarıyla anılmaktadır. Şah ve
Şeyh sözcüklerinin dinsel ve sosyal önderlik vasıflarını
gösteren vasıflar olduğunun bilinmesine karşın, “hoca”
sözcüğünün Orta Asya ve Doğu Türkistan’daki anlamı yani
Ahmet Yesevi’nin soy zincirini gösteren bir ünvan olduğu pek
bilinmemektedir.
Eskiden Dersim olarak adlandırılan ve bugünkü
Tunceli, Elazığ, Erzincan, Sivas illerini kısmen içine alan
bölgede etkin boyların önemli bir bölümü ve bazı ocaklar yani
dede aileleri kendilerini Ahmet Yesevi’ye bağlı saymaktadırlar.
Buna bu illerde 1999-2002 yılları arasında gerçekleştirdiğim
araştırmalarımda da şahit oldum. Benim gözlemlerim
dışındaki verilerden bir bölümünü görelim. Gordlevski’ye
göre “…Horasandan açılmış yol üzerinden, Osmanlı döneminde
dervişler gelmiştir, bunlar zamanınmızda da Dersim’de derviş
olarak kendilerine verdikleri adla Horasan Erenleriydi”(19). O
halde Anadolu’nun her yanına olduğu gibi, Tunceli ve çevresinde
de Yesevi Yolu mensuplarnın gelmesi söz konusudur. Bu boylar ve
onların alt kolları hakkında burada ayrıntıya girmeyeceğim.
(20)
Sözlü kültürün hakim olduğu bu boyların nesilden
nesile aktardıkları Ahmet Yesevi ile olan bağlarını ve boyların
Ahmet Yesevi soyundan gelişlerini açıklayan bilgilere sahip
oldukları da görülmektedir. Bunlardan birisi şu şekildedir. “…
Efsaneye göre garbi Dersimliler; Büyük Türk mutasavvıfı Hoca
Ahmet Yesevi’nin neslindendir. Bu soydan gelen Şeyh Hasan Dede,
Moğol akını önünde aşiret halkıyla beraber Horasan’dan
Bağdat’a gelmiş, Abbasi halifesine sığınmış ve o havalide
yerleşmiş. Bir müddet sonra Hicaz’a, oradan Mısar’a geitmiş,
Mısır’da bir müddet kalmış ve rivayete göre tahsil etmiş.
Mısır’dan Bağdat’a döndüğü zaman malum olmayan bir sebeple
aşiretini toplayarak Konya’ya gelmiş ve Selçuki sultanı
Alaaddin Keykubat’a arzı dehalet etmiş.” Efsanenin buraya kadar
olan kısmında tarihe, hadiselere, mantığ uygun cihetler var.
Çünkü Sultan Alaadin Keykubat’ın cülusu 1220, Anadolu’ya
Moğol akını 1231, Sultan Alaaddin Keykubat’ın ölümü de 1237
senelerindedir. Bu itibarla efsanenin seyri tarihi kayıtlara
tamamiyle uygun gelmektedir. ” Sultan hemşiresini Şeyh Hasan
Dede’ye vererek onu aşiretiyle beraber şimdiki eski Malatya’ya
sevk ve o civarda iskan etmiştir. ” Bu hadise 1232 (Hicri 630)
tarihine tesadüf eder.
“Şeyh Hasan Dede aşireti bir müddet,
bize göre 1514 (Hicri 920) tarihine kadar bu mıntıkada kalmıştır.
Torunlarından Şey Hasan’la Seyyid isimli iki kardeş, Yavuz
Sultan Selim’in Aleviliğe ve Kızılbaşlığa karşı giriştiği
mücadeleden korkarak aşiret halkını toplamış, hayat ve
mevcudiyet muhafazası kaygısıyla Fırat’ın şarkındaki
dağlık mıntıka’ya, Dersim’e sığınmışlardır. (20-
Sevgen)
Tunceli ve çevresindeki Alevi boylarına mensuğ
kişiler Ahmet Yesevi’yle olan bağlarını deyişlerle de ifade
etmektedir. Tunceli’de 1930’lu yıllarda Cumhuriyet karşıtı
faaliyetlerin beyin takımından Alişir’de kendisinin ve
Derimlilerin soyunu Ahmet Yesevi’ye bağlıyor ve bunu şiirleriyle
de ifadelendiriyordu. (Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor.
İstanbul Cumhuriyet Matbaası 1939 s:50-51)
Bu zamana kadarki
alan araştırmalarımızda elde ettiğimiz verilerin
değerlendirilmiş bölümleri ve incelediğimiz yazılı kaynaklar
çerçevesinde şimdilik, Ahmet Yesevi ile doğrudan bağlantılı
olan Kızılbaş-Alevi (22)ocakları üç tanedir.(23) Doğrudan
diyoruz çünkü bütün Alevi ocakları doğrudan veya dolaylı
olarak Ahmet Yesevi’den etkilenmiştir. (24) Bu üç Alevi
Ocağı’nın adları şunlardır.
1- Hubyar
Ocağı (25)
2- Onar Dede
Ocağı (26)
3- Şah Ahmet
Dede Ocağı (27)
Ahmet
Yesevi’yle bağlantılı bu ocakzade Alevi topluluklar
ağırlıklı olarak Tunceli, Erzincen, Malatya, Elazığ,
Sivas ve Tokat yörelerinde bulunmaktadır. Kentleşme nedeniyle bu
dedesoylular Türkiye’nin büyük kantlerine ve hatta yurtdışına
yayılmış durumdadırlar. Bu ocakzade ailelerin bulundukları
yerlerden, gerek kaynaklardan, gerek alan araştırmalarımdan
şimdiye kadar tespit edebildiklerimizin adları şu
şekildedir.Tokat’ın Hubyar, Adamlı, Ağcaşar, Ağpınar,
Ahmetalan, Asarcık, Bebek Deresi, Çapak, Çerçi, Damuderesi,
Dereköy, Dona, Düğer, Dündar, Elik Tekkesi, Emenli, Gölcük,
Güvesse, Hasanlı, Hubyar, Kapıcı, Karakaya, Karlı, Kelit,
Kervansaray, Kınık, Kızoğlu, Mermer, Mineğer, Mudayda, Musulu,
Nebiköy, Öykürü, Samuçay, Satıköy, Serkiz, Tepeçay, Tokuş,
Tomara, Üzeyir, Yoğunpelit, Zazara köyleri; Sivas’ın Karaçayır
köyü; Tunceli, Gölek, Kortan, Huvar, Şakölen, Lavzan, Rabat
(Ağdat) köyleri, Elazığ Karakoçan, Mergimendi, Delikan, Şeyh
Hasan Köyleri, Malatya Onar, Kırlangıç-Cevizpınarı Köyleri
(28)
Sözünü ettiğim bu üç ocak hakkında konumuzla ilgili
bazı genel bilgiler vermekle yetineceğiz.
Hubyar
Ocağı:
Ocak
merkezi Tokat Almus ilçesine bağlı bulunan Hubyar Tekke köyüdür.
Gerek bu ocak soyundan dedelere göre gerekse de diğer talipler
arasında Hubyar Sultan’ın Ahmet Yesevi soyundan olduğu kuşaktan
kuşağa söylenegelmektedir. Ocakla ilgili en son çalışmalarda
Hubyar’ın Derdiyar ve Buynat isimli iki torunu olduğu ve soyunun
Derdiyar’dan devam ettiği ifade edilmektedir. Buna göre
Deridyar’ın Kenan Şeyh, Saçlı Ali Dede ve Hüseyin Abal
adında üç oğlu olmuş ve Hubyar soyu bunlardan devam etmiştir.
Ocak merkezi olan köy yüksekçe sarp dağların eteğine
kurulmuştur. Ocak talipleri Sıraç toplulukları olarak ta
bilinmektedir. Bu ocağın Tokat ve çevresindeki en nüfuzlu Alevi
ocağı olduğunu söylemek mümkündür. 1800’lü yılların
sonunda bu ocakta bir bölünme olmuş ve içinden Anşabacılılar
veya Veli Baba Ocağı adlarıyla bilinen bir kol ortaya çıkmıştır.
Bunun sonucunda taliplerin bir bölümü de bu yeni kola
bağlanmışlardır. Bu ocak mensuplarının en önemli özellikleri,
ata geleneklerinin titz bir şekilde günümüze kadar yaşatılması
olmuştur. Eski Türkmen adet ve geleneklerinin ibadet, cenaze vb.
uygulamalarının bir çoğu daha yakın bir zaman kadar aynen
uygulanmaktaydı. Ancak adet ve geleneklerde kentlere doğru yaşanan
göç olgusu nedeniyle zayıflama olduğu da bilinmektedir. Eski
Türklerde Gök Tanrı inancı, Atalar kültü, doğa kültleri gibi
unsurlardan oluşan inanç sisteminin yaşamasının bir sonucu
olarak Hubyar Sultan’ın bulunduğu köyün içi ve
yakınlarında birçok kutsal ziyaret bulunmaktadır. Ahmet Yesevi,
Hubyar Sultan ve Hacı Bektaş Veli’ye ilişkin çeşitli
menkıbeler yüzyıllardan beri halk arasında yaşamaktadır. Ayrıca
Hubyarlıların deyişlerinde de Ahmet Yesevi’nin de anıldığı
birçok deyiş bulunmaktadır.(28- Kenanoğlu) Bunlardan Abdal
Dede’nin bir deyişinden alınmış bir kıtayı sunalım:
Hoca
Ahmettercüman elma alınca
Sevgi ile ol ceme Selman
gelince
Bektaşi Veli’de niyaz kılınca
Budur has
bahçenin gülü dediler
Şeyh
Hasan Onar Ocağı:
Ocak
merkezi Malatya, Arapgir ilçesine bağlı Onar Köyü’dür.
Köyün Türklerden önce önemli bir Hristiyan yerleşim birimi
olduğunu söyleyebiliriz. Köyde bulunan mağaralarda oldukça eski
ve önemli arkeolojik tarihi değere sahip duvar işleme resimleri
bulunmaktadır.
Sonradan köye Türkmenlerin yerleştiği kendi
inanç ve kültürlerini taşıdıkları anlaşılmaktadır. Öyle ki
burada yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda Türk boylarının
damgalarının bulunduğu taşlar başta olmak üzere birçok tarihi
eser bulunmaktadır. Yüzyıllardır ayin-i cemlerin
gerçekleştirildiği büyük ocak ve küçük ocak adlandırılan ve
bugün de korunan iki eski yapı bulunmaktadır. Gerek bu ocak
soyundan dedelere göre, gerekse de talipler arasında Ona Dede’nin
Bayat Boyu’nun On-er kolundan ve Ahmet Yesevi Yesevi’nin
akrabası olduğu anlatılmaktadır. Akrabası olmanın yanısıra
onun yanında eğitim aldığı
ve daha sonradan boyuyla
birlikte 12 ve 13. yy’larda Anadolu’ya göç ettiği
söylenmektedir. Bu ocak soyundan İsmail Onarlı’nın elinde
çeşitli vakfiye ve fermanlar bulunmaktadır.
Bir başka
söylenceye göre ise Şeyh Hasan Türkistan’da Hoca Ahmet
Yesevi’nin yanında yetişmiş ve On-er adını da ona hocası
Yesevi vermiştir. Şey Hasan Ocağı denildiği zaman onunla
ilintili başka alt kollar da bulunmaktadır ki, konumuzun dışında
olduğu için burada ayrıntıya girmeyeceğiz.
Şıh
Ahmet Dede (Ahmet Yesevi) Ocağı:
Ocak
merkezi Tabanbükü (Şey Hasan) Köyü’dür. Bu köydeki
ocakzadeler. Şeyh Ahmet Yesevi soyundan geldiklerini
söylemektedirler. (29) Bu ocağa mensup dedesoylular yoğunlukla
Tunceli’de bulunmaktadırlar. Bu ocak aynı zamanda Şeyh Hasan
Onar Ocağı ile de bağlantılıdır. Bu ocak mensuplarından alınan
bilgilere göre Şeyh Hasan ve kardeşi Şeyh Ahmet Elazığ’ın
Basgil ilçesine bağlı Şeyh Hasan (Tabanbükü)köyünde bir
dergah kurarlar. Ve amcazadeleri olan hocaları Ahmet Yesevi’nin
adını da bu dergaha verirler. Bu nedenle bu ocağa “Ahmet Yesevi
Ocağı” da denilmektedir ki tüm ocakların başı sayılır. Yine
bu bölgede önemli araştırmalarda bulunmuş olan Ali Kemali’de
Alevi Ocakları hakkında bilgi verirken Şeyh Ahmet Dede ocağının
Şeyh Ahmet Yesevi evladından olup bütün seyyit ve ocakların
serçeşmesi olduğunu ifade etmektedir. Tunceli ve çevresindeki
bazı aşiretlerin onun soyundan geldilerini ifade etmektedir. (30)
Daha
sonraları ise Şeyh Ahmet’in çocukları zaviyenin adını “Şeyh
Ahmet Tevil” olarak değiştirerek, babalarının adını verirler.
Vakfa dönüşen tekke, Selçuklu ve Osmanlı sultanlarınce da
onaylanır ve Şeyh Ahmet soylularına verilir. Halk arasında her
iki ad da kullanılmaktaır. Yine Tabanbükü Köyü’nde türbesi
bulunan Alevilerin tanınmış ozanlarından Teslim Abdal’ın da
Ahmet Yesevi soyundan geldiği ifade edilmektedir. Teslim Abdal da
bir deyişinin son kıtasında buna işaret etmektedir. (Orhan M.N.
sy:14)
Orta
Anadolu’da Ankara yakınlarında türbesi bulunan Türkmen
babalarından Haydari Sultan hakkında da Ahmet Yesevi ile
ilişkilendirildiği menkıbeler bulunmaktadır.
Örneğin 1900
yılı yazında Anadolu’da alan çalışmaları yapan İngiliz
Antropolog J. W. Crowfoot, Haydari Sultan ile Ahmet Yesevi’yi
ilişkilendiren ve sözlü gelenekten aktarılan biilgiyi
nakletmektedir. Yine aynı konuda Hikmet Tanyu’da bilgi
vermektedir. Onun verdiği bilgilere göre Haydar Dede olarak ta
adlandırılan Haydari Sultan’ın Ahmet Yesevi’nin oğlu olduğuna
inanılmaktadır. Ayrıca ona ilişkin birçok menkıbe de bu köyde
yaşatılmaktadır. (31)
Alevi Ocaklarının da Ahmet Yesevi ile
bağlantılı olduklarına ilişkin halk arasında yüzyıllardır
pek çok bilgi yaşatılmaktadır. Hacı Murad-ı Veli Ocağı
ve Seyyid Baba Ocağı da bunlardandır. Bursa’nın İnegöl
ilçesi, Şehitler Köyü’nde türbesi bulunan Hasan Dede’nin de
babası olan ve Çankırı’nın Eldivan ilçesi Seydi
Köyü’nde türbesi bulunan Hacı Murad-ı Veli’nin de Ahmet
Yesevi’nin Anadolu’ya gönderdiği halifelerinden olduğu ifade
edilmektedir. (32) Yine Sivas Divriği’nin Akmeşe (Ziniski)
Köyü’nde türbesi bulunan Seyyid Baba’nın atalarının da
Ahmet Yesevi’nin halifelerinden olduğu ifade edilmektedir. (Özen,
1999: 279)
Tanınmış Alevi Ocaklarından Baba Mansur ocağının
da Ahmet Yesevi ile bağlantılı olduğu ileri sürülmektedir. Buna
göre Baba Mansur’un Anadolu’ya gelmeden önceki adı Mansur
Ata’dır. Mansur Ata, bilindiği üzere Ahmet Yesevi’nin üstadı
Arslan Baba’nın oğlu ve aynı zamanda Ahmet Yesevi’nin
halifelerindendir. Baba Mansur’un bir türbesi bulunmamakta, yalnız
ona ait bir menkıbenin geçtiği duvarın bulunduğu yer bugün
ziyaretgah olarak Tunceli Mazgirt’te Darıkent Bucağı’nda
bulunmaktadır. ( 33) Bu ocak dedeleri Darıkent ve yakınlarındaki
köylerde yoğunlaşmakla birlikte Erzincan, Sivas, Elazığ, Erzurum
ve Malatya çevrelerinde de bulunmaktadır.
Zaman içerisinde
gerçekleştirilecek gerek alan, gerekse kaynaklar üzerindeki
çalışmalarla daha fazla bilgiye ulaşılacağı muhakkaktır.
Ancak objektif bir bakış açısıyla ve bilimsel yöntemlerin
kullanılmasıyla gerçekleştirilecek disiplinlerarası
çalışmalarla, gerek zaman gerekse mekan bakımından kapsamlı
konuların aydınlatılması mümkün olacaktır diye düşünüyoruz.
KAYNAKÇA
1-
Bu konuda verilen şu çalışmalara bakılabilir a)Ali
Yaman,Yesevilik Araştırmalarının Sorunları Üzerine Bir Deneme.
Türkologya, Türkistan (Kırküyek-Kazan 2002) nı:1, s:
107-118
b)Ali Yaman,Yesevi Jolının Negizgi Erekşelikteri
Jayında . Türkologya Türkistan (Navrız- Sevir 2003) no:4 s:
99-108
c)Ali Yaman,Orta Asya’dan Anadolu’ya Yesevilik
Alevilik BektaşilikAnkara, Elips Kitap
2- M. Fuad
Köprülü. “Ahmet Yesevi” md., İslam Ansiklobedisi, c.1
İstanbul. Milli Eğitim Basımevi 1993 s: 210-215
3- Tarih
içinde Şavgar, Yesi gibi adlar da almış olan Türkitan bugün,
Kazakistan’ın güneyinde bulunan Çimkent Oblastı’na bağlı
bir yerleşim birimidir.
4- Gordlevski’nin “İzbrannie
Soçineniya”da (Seçilmiş Eserler) yer alan Alevilik Bektaşilik
konusunda yazdığı makalelere(Gordlevski, V. A “İz religioznih
iskaniy v Maloy Azii Kızılbaşi” İzbrannie Soçineniya, c.1,
İstoriçeskiye Raboti, 1960 Moskva, s. 241-254) ilişkin
değerlendirmelerimi içeren makale için bknz: Ali Yaman, “Rus
araştırmacı V. A Gordlevski’nin Alevilik Bektaşilik
Araştırmalarına İlişkin Düşünceler” Kırkbudak Ankara 2005
Sayı.1 s. 70-74
5- Anadolu’ya ata baba lakaplı Yesevi
dervişlerinin gelmesi ve Ahmet Yesevi’nin etkisi konusunda Alman
doğubilimci Prof. Franz Babinger de şu bilgileri veriyor “Demek
istiyorum ki, dervişler ve bunların yaydığı sufilik egemen bir
yer alıyor. Bunla bir defada ülkeye gelmiş değilllerdir. Daha
Selçuklular zamanında birçok sufi insanlar ‘evliya merkezi’
olan Buhara’dan gelip Anadolu’ya toplulukla girmişler ve orada
gerek saray, ve gerek ahali tarafından istençle kabul edilmişlerdi.
Maveraünnehir’in çok yüksek tutulan halk velisi Ahmet
Yesevi(öl.1166, Yesi) bunların hepsinin üstad ve sevgilisi idi…”
Franz Babinger ” Anadolu’da İslamiyet (II) İslam
Araştırmalarının Yeni Yolları”. Çev: Ragıp Hulusi, Haz: M.
Yaman, Cem Dergisi, sayı:56. Ocak 1996. s. 19-24
6- Alevi
Bektaşilerde bulunan önemli eserlerden Vilayetname-i Hacı Bektaş
Veli’de, Hacı Bektaş Veli ve Ahmet Yesevi ile ilgili pek
çok menkıbeya yer verilmektedir.
7- Ocak deyimi Aleviler’de
dinsel önder konumundaki Dede ailelerine verilen isimdir. Alevilerde
Dedelik kurumu ve Ocak sistemi hakkında ayrıntılı bilgi edinmek
için bknz: Ali Yaman Alevilikte Dedelik Ve Ocaklar, İstanbul
Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları 2004. Kızılbaş Alevi
Ocakları, Ankara Elips Kitap 2008- Ali Kemali Erzincan Tarihi,
Coğrafi, İctimai, Etnografi, İdari İhsai Tetkikat
Tecrübesi, 1932 Resimli Ay Matbaası s:192
8- Benzeri belgeler
için bknz. Mehmet Akkuş, “19. Asırda Bir Bektaşi İcazetnamesi”,
Tasavvuf, yıl:1 sayı:1 (Ağustos 1999), s. 27-38
9- M. Fuad
Köprülü Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar 8.b, Ankara,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
10- Abdülbaki
Gölpınarlı “Otman Baba Vilayetnamesi” Journal Of Turkish
Studies, Türklük Bilgisi Araştırmaları, Abdülbaki Gölpınarlı
Hatıra SayısıI, cilt:19, s. LV-CVİ.
11- Bugü aynı anlama
koaylığını Divan şiirleri için söyleyemeyiz. Bir sözlük
olmadan Baki’nin, Nedim’in, Şeyh Galip’in şiirleri
anlaşılabilir mi?
Çünkü bu gelenek halktan kopuk, Arapça
Farsça kelimelerin yoğun olduğu farklı bir edebiyat ekolünü
oluşturan farklı bir damardan beslenmektedir. Bir üst kültür,
saray kültürünün sembolü olan bu ekol ile halk edebiyatı
arasında gerek biçim gerek se içerik bakımından önemli
farklılıklar bulunmaktadır.
12- Abdilmalik Nisanbayev. ”
Hoca Ahmet Yesevi’nin Dünya Görüşü”, 1. Uluslarası Hacı
Bektaş Veli Sempozyumu Bilgirileri, 27-28-29 Nisan 2000,
Ankara, s: 316-337
13- Ali Hayda Avcı Osmanlı Gizli Tarihinde
Pir Sultan Abdal Ve Bütün Deyişleri, İstanbul, Nokta Kitap 2006,
s.187
14- Eski Türk inanç ve gelenkleri ile Yesevi
Yolu’nun benzerliklerine ilişkin şu örnek bile oldukça
anlamlıdır. “… Yakutlarda Isı ah ayininde kımız hazırlanır
ve toplanan cemaat birbirlerinin ellerini tutarak halka-daire
teşkil ederler ve (Hu hu hu) diyerek dans ederler….”
Şerafeetin Yaltkaya ” Eski Türk Ananelerinin Bazı Dini
Müesseselere Tesirleri”, İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul,
Devlet Basımevi, s,1-8
15- Cem ibadetinin bir diğer edı da
halka namazıdır.
16- Ayrıca Hu sözü, Aleviler arasında Hü
şeklini almıştır. Hü denilerek niyaz edilir.
17- Enver
Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi 1964, İstanbul,
Türkiye Yayınevi
Mehmet Akkuş. 19. Asırda Bir Bektaşi
İcazetnamesi, Tasavvuf, Yıl: 1 Sayı: 1 1999
18-Muharrem Naci
Orhan: “Şah Ahmet-i Yesevi”, Cem Dergisi, yıl 3 sayı 27
Ağustos 1993 s: 13-15
19-Gordlevski: Anadolu Selçuklu
Devleti, Çev. A. Yaran, Ankara, Onur
Yayınları
20- Bu konuda bkz: Ali Rıza Önder,
Tunceli Bölgesindeki Aşiretler ve Kabile Adları, Türk Folklor
Araştırmaları, Sayı: 48, Temmuz 1953, s: 757
Nazmi
Sevgen, “Efsaneden Hakikate” Tarih Dünyası, sayı:21,
s:882-883
Naşit Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor. İstanbul
Cumhuriyet Matbaası 1939 s:48-49
21- Nazmi Sevgen,
“Efsaneden Hakikate” Tarih Dünyası, sayı:21,
s:882-883
22-Kızılbaş-Alevi diyoruz çünkü, Kızılbaş
tarihsel adı, levi ise günceli temsil etmektedir.
23-Ocaklar
Hakkında daha ayrıntılı bilgi için: Ali Yaman, Alevilikte
Dedelik Kurumu ve İşlevleri, İ.Ü. SBE, Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi. – Alevilikte Dedelik ve Ocaklar, İst. Karacaahmet
Sultan Derneği Yayınları 2004
24- 1996-2002 yılları
arasında görüştüğümüz Alevi dedelerinin bazıları
ocaklara adlarını veren erenlerin Hoca Ahmet Yesevi tarafından
yetiştirilerek Anadolu’ya gönderildiklerini ifade etmişlerdir.
Örneğin 31 Ekim 1999’da Elazığ Sün Köyü’nde görüştüğüm
Ağuiçen Ocağı’ndan Ahmet Mutluay Dede ocağın kurucu erenleri
hakkında şöyle demekteydi. “… Koca Seyyid, Köse Seyyid, Mir
Seyyit ve Seyyit Mençek dört kardeş olarak rivayete göre
650-700 sene evvel Horasan’dan Hoca Ahmet Yesevi irfanından
yetişerek buraya gelmişler, Horasan pirlerinin irşadiyeti için
onardan sonra da 90 bin Hoarasan pirleri gelmiş…”
25-
Hubyar Ocağı’nın yanı sıra Hubyar Sultan Ocağı, Hubyar Dede
Ocağı, Hubyar Baba Ocağı, Sultan Hubyar Ocağı olarak ta
adlandırılmaktadır.
26- Şey Hasan Onar Ocağı’nın yanı
sıra Şey Hasan Ocağı, Onar Baba Ocağı, Sultan Onar Ocağı
olarak ta adlandırılmaktadır.
27- Şıh Ahmet Dede Ocağı’nın
yanı sıra Şey Ahmet Dede Ocağı ve Şah Ahmet Dede Ocağı olarak
ta adlandırılmaktadır.
28- Ali Kenanoğlu İsmail Onarlı,
Hubyar Sultan Ocağı Ve Beydili Sıraç Toplulukları İstanbul
2003, Hubyar Sultan Derneği
Muharrem Naci Orhan: “Şah
Ahmet-i Yesevi”, Cem Dergisi, yıl 3 sayı 27 Ağustos 1993
s: 14
29- Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu, (1994) : Malatya
Balıyan Aşireti, Malatya, Er-tu Matbaası
30- Ali Kemali
Erzincan Tarihi, Coğrafi, İctimai, Etnografi, İdari İhsai
Tetkikat Tecrübesi, 1932 Resimli Ay Matbaası s:192
31- Hikmet
Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak Yerleri, Ankara 1967, Ankara Ün.
Basımevi
32- Şehitler Köyü’nde 31 Aralık 1999 tarihinde
gerçekleştirilen alan araştırması notları. Ayrıca bu konuda
bknz: Hülya Taş, “Bursa Şehitler Köyü Halk Kültüründe Hasan
Dede ve Çevresinde Oluşan İnanç ve Gelenekler” Uluslararası
Anadolu İnanç Kongresi Bildirileri, 23-28 Ekimm 2000 Ürgüp
Nevşehir, Ankara Ervak Yayınları, s: 712
33- Darıkent
Bucağı’nı 1999 sonbaharında ziyaret edip bu konuda bilgiler
toplandı. Bu ocağa ait soy şeceresi ne yazık ki henüz
yayınlanmamış olup dedeler tarafından saklanmaktadır. Oysa belki
de şecerenin incelenmesi sayesinde sözlü geleneğe ait bilgiler
doğrulanabileceği gibi, yeni bilgilere de ulaşılabilecektir.